Bu yazıyı Efesliler.org'daki nostalji kısmına yazmıştım. Türkiye'de basketbolun altın çağı olan 90'larda orta 3 bebesi olarak yaşadıklarıma dair bir hikaye. Kimseyi de ilgilendirmiyor aslında. Üzerine çok düşünmeden yazılmış, bittikten sonra da tashih edilmemiş bir yazı. O yüzden yazım yanlışları olabilir. Şimdiden affola.
Bir de maça ilişkin Fiba'nın internet sitesinden istatistiklere baktım. Bağlantı burda. Seyirci sayısı 16.000 diyor. Salon Abdi İpekçi Spor Salonu. Yanlış anlaşılmasın.
"O sene orta okul 3'teydim. İstanbul'daki rövanşı sömestır tatiline denk gelmişti. Ve maç perşembe günü oynanıyordu. Dershaneye gidiyordum. Ve dönem arası yoğun bir tempo vardı. Tek tatil günü perşembeydi. Bunun sayesinde maça gittim. Gerçi olmasa da belki kaçardım dershaneden. Maçtan bir kaç saat önce şimdi basketbolun b'si ile bile alakası olmayan 5-6 arkadaşla salonun önündeydik. O zamanlar Biletix de yok efesliler.org'da. Gişede kuyruğa gireceksiniz. Gişe var. Maçtan saatler önce binlerce kişi var. Ama gişede kimse yok. Bilet bitmiş. Yana yakıla bilet aradık. Karaborsacılar o zaman da etrafta. Birine bilet sordum. Haftalık harçlığıma denk gelen bir meblağ söylemişti. Benimle bir arkadaş aldık. Aldık almasına da bilet elimizde naptık lan biz diye de birbirimize bakıyoruz. Eve dönecek para anca var ama haftanın kalanında harcayacak para kalmamıştı. O sırada tipimiz karaborsacıya benziyor olmalı ki bilet var mı diye soran zengin görünümlü abiler yaklaştı yanımıza. Ulan napıcaz maçtan sonra diye düşünerek sattık biletleri. Hem de aldığım fahiş fiyattan daha fazla bir fiyata. Elimdeki para artınca yine bilet aramaya başladım. Bu sefer kesin giricem diye düşünüyordum. Ama maç saati yaklaştıkça fiyat da artıyordu. Alamadım. İpekçi'nin altındaki girişlerden bir şekilde girmeye çalıştık. Tanıdık birilerini görmeye çalıştık. Olmadı. Maçın başlamasına az zaman kala sporcu girişinin etrafında sağlam bir kalabalık vardı. Girişte de polisler bekliyor. İçeri hücum edilmesin diye. Arada çocuğu kalabalıktan bunalan aileler çıkıyordu dışarı. E 3 kişi çıktı onların yerine girelim diye dil döküyoruz ama kar etmiyor. Maç bu ortamda başladı. İçerden oley sesi geldikçe içimiz içimizi yiyordu. O an naklen yayın aracını farkettik. Başında kayda değer bir topluluk var. Bir süre o araçtaki ekrandan izlemeye çalıştık. Ama içerden oley sesi basketin televizyondaki görüntüsünden bir kaç saniye önce geldiğinden tad alamadık. Madem öyle gidelim dedik. O zamanlar otobüsle gelmeyi bilmiyorum. Trenle doğru durağın Kazlıçeşme olduğunu da öğrenememişim. Yedikule'den biner öyle Sirkeci'ye inerdik. Yine öyle yapmak için Yedikule'ye yürüdük. Ben grubun en arkasından yürüyordum. Tren istasyonuna az bir zaman kala nerden çıktığını anlayamadığımız bir grup köpek bize saldırdı. Aslında sadece bana saldırdı. Diğerleri tabana kuvvet kaçtı ben duvara yaslandım. Sonra bi oto yıkamacıdan birisi çıktı sopayla. Dağıttı köpekleri. Eğer o olmasa parçak pinçik olacaktım köpeklerle. O gün maçı izleyemediğim gibi köpeklerin saldırısına da maruz kaldı. Bileti satmamın diyetini ödemiş oldum. Maçın sonucunu da ertesi gün gazeteden öğrendim.
Sonraki hafta Limoges maçı vardı. Yine İstanbul'da ve yine perşembe günüydü. O maça sadece bir arkadaşımla ve daha erken bi saatte gittik. İçeri girdiğimde vay be gerçekten içerdeyim diye seviniyordum."
Not: O güne ilişkin fotoğraf yok arşivimde. Yukardaki fotoğraf da Efes Pilsen - Bayer Leverkusen maçından ama 2 sene sonra, 97 şubatından.
Valla bu yazı tam DGM'lik!-)).. İçinde karaborsa bile var!-)) Konulan fotoğrafın maça ait olmaması ise tam bir bab-ı telli olmazsa olmazı olmazsa olmazı!
YanıtlaSil